Bundan seneler evvel felsefenin ve şiirin Türkçemiz için çok önemli olduğunu düşünmüş ve bunun için yapmam gerekenin felsefe okumak olduğuna karar vermiştim. Bir teknik okul çıkışlı olduğum için puanım bizim zamanımızda en iyi okullara yeterken, mecburen sanat tarihi okumak zorunda kaldım. Okuduğuma, okuduğum bölümle aram iyi değil, iş bağlamında öylesine pişmanım ki sanat tarihi okuduğuma, fakat entelektüel ve kültürel bağlamda bu bölümle ilintili herhangi bir izlenceye, kitaba denk gelsem ilgilenmeden geçemem.
Bunları tekrar hatırladım çünkü felsefenin handiyse gereksiz, kitleleri değiştirmeyen kelimeler bütünü olması ve “daha iyi bir toplum” olma yolunda katkısının olmadığını okur ve duyar oldum. Zaten fikri bağlamda gelişmediği için toplum, yeni bir “ekol”ün de kültürel bağlamda katkısı olmayacaktır şüphesiz topluma. Bense binlerce yıllık felsefi birikimin yeterince okunmadığını sanatsal ve kültürel bağlamda okullarda yeterince değer verilmediğini düşündüm hep bugüne dek, bundan sonrada bu fikrim kolay kolay değişmez. Fakat “iyi bir toplum” nedir ki?
Belki iler tutar yanı pek düşünülmez ama iyi bir toplum olmak için kötünün, çirkinin de bilinmesi gerekir. Sonuçta iyi nedir, kötü nedir, çirkin nedir, güzel nedir? Sorular, bu sorular belli ki birer kelime oyunu değil, çoğunlukla insanın yaşantısını şekillendiren en temel sorular. İyi patron, iyi anne, iyi eş bunlar toplumun temelinde olması gerekenler değil midir? Esasında sorunun iyice bıçak gibi bir tarafımızı acıtması, biraz da bizim beceriksizliğimizden. Üç beş satır bir şeyler paylaşıp ortaya atmak, sonra da kenara çekilip izlemek belli ki en önemli hocalarımızın da özelliği haline geldi. Sosyal medya sağ olsun.
Toplumun yığınla tanımı var, bunlar çeşitli milletlerin yaşama biçimiyle orantılı. Kimi toplumu bireylere hizmet için var ederken, kimi toplumu herkese hizmet için öne sürdü, kimi kurtuluşun hep birlikte olacağına bu dünyanın pek de önemli olmadığına dair fikirlerle insanları çağırdı sistemine. Bunların hepsi, bir yere sahip sonuçta binlerce yıllık insanlık tarihine baktığımızda. Her birey kutsal olduğu için istediği tümceyi söyleyebildi, kimi toplumlarda.
Kutsallık, bilinç, tasavvur etmek, yani bilinçte canlandırmakta önemli, en önemli olan. Herkes, her birey bilinç sahibi elbette, fakat bilincin de bir alanı var, o alanda, bilinçte kurtulmak ne denli kitlelerin elinde, bunu dikkate aldığımızda nedir ortaya çıkan. Kelimelerle düşünüyoruz, çoğun kelimeler yetersiz kalıyor. Yetersiz kalan kelimelerin yerini “bilinen anlam” mı alıyor, yoksa felsefeyle didik didik ettiğimiz “o şey” mi? Bunları pek çok felsefi bir ekolün diliyle, düşüncesiyle ele alıp değerlendirebiliriz. Yalnız bilinçle şekillenmektir asıl olan. Varlık sürekli birilerine armağan olduğu sürece ne denli ayakta dururuz, yoksa varlığı armağan etmeden yaşamak mümkün değil mi? Var bunları felsefe olmadan düşün, belli ki “iyi bir toplum” olmak hep zor, hep de zor olacak. Çünkü Ortadoğu’da hayaller, düşler ve onları yönetenler söz konusudur. Yanılıyor muyum? Bir de bunları “çöz”dükten sonra yazının şiirin, muhteşem alanı var.