Nedendir bilinmez, şimdiki aklım olsa okulda Türk İslam Sanatı çalışırdım: Gün geçtikçe dilin derin bağlarının tarihle iç içe geçtiğinin ayrımına vardım. Elbette “yüzey yapı”da kalıp sığ sularda, Güneşli sularda gezinmek çok daha kolay bir şair için, elbette daha eğlenceli ama ben kendimi bağlı olduğum bu zincirin devamı, bir davada görmek, bir milletin taa en içinde görmek geleceğe kalıt, miras bırakmanın çok daha önemli olacağını düşünüyorum, böyle bir dengeyi girmek varken, yazıda neden mutlu olmayı yazayım ki!
Medeniyetimizi öğrenmedikçe ve dahi yabancı medeniyetleri öğrenmedikçe yazdıklarımın çok sığ kaldığına tanıklık ettim adeta. Bunca yazının içinde derinlere ulaşmış şairleri görünce de emin oldum. Bu millete, devlete borcumuz varsa, buralara kadar geldiysek, dille aramdaki bu bağın çözümlemesini yapabiliyorsam salt derinlerde aradığım, kökümde aradığım bir dil beni özgür bırakacaktı şüphesiz, böylece gerçek mutluluğun bağlı olduğum kökleri anlamaktan geçtiğine inanacaktım. Belli ki Heidegger’den epey uzağım.
Günümüzde bu bağı iliklerine dek hissetmiş şairleri görüyorum: Melih Cevdet, Attila İlhan ilk aklıma gelenler, vefat edenler arasında. Edip Cansever zerre bunların arasında değil fakat okuduğum bir şair olsa da, Turgut Uyar Cansever’e göre daha yakın bir derinliği olduğunu hissettiriyor. Peki bu nasıl oluyor. Genelde çalakalem yazılmış yazılar, şiirler kendini belli eder. Bunların bağıran sloganları dikkat çeker, adeta günün içindeymişçesine sizi sarar ve etkiler.
Benim bahsettiğim şairlerse genelde anladım, kavradım dediğim an, okuyanı/alımlayıcıyı kendi içine alır, bir medeniyetin varlığını fark ederiz o şairlerde, o kişilerde, şahsiyeti olan bir tavır demek doğrudur belki. Bu şahsiyeti kazandıran nedir sorusunu sorarım sonra, eğer geldiği yerse ondan bahsediyorsa doğru bir yerden bakmışımdır. Uyum yakalanır onda buna en yalın örnek benim gibi düşünen varsa Yunus Emre’dir. Hem olduğunu hem olması gerektiğini, hem de olabilecek olanı bize tüm bolluk, bereketiyle aktarır.
Buna belki de Platon yansımanın ötesindeki derdi, o kadar önemli mi, millet olmayı sonuçta el gibi kalmamayı bize öğreten kültürel ögelerin beslendiği yer belli değil miydi? Elbette uzaya gitmek, elbette atılım yapmak önemlidir, fakat benim gibi kendini bir milletin kültürel değerleri içinde bulan şairlerin, yazarların ilk incelemesi gereken yer kendine ait medeniyetleri olacaktır.
Öleceğimi biliyorum, bana umuttan mutluluktan bahsetmeyin lütfen, en büyük mutluluk, umut, azıcık olsa da ardımda birilerine örnek olacak yazı fotoğraf bırakmaktan ibaret olacaktır. Palmetler, Rumiler kalmış kala kala koskoca yapılarda, onların adları kadar olabildik mi? Ne diyorlar İlmi âmil, zatî kâmil olamazsan geri çekil. Pek de gösteriye davet edilmek istemiyorum, gösteri toplumunda. Vardığım Cumhuriyet yeterli mi? Öylece bekleyeyim mi?
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir,
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ'at”