Bu yıl Temmuz ayının bitmesiyle ilk yazımın yayımlanmasının üzerinden otuz yıl geçmiş olacak. O sıralarda on sekiz yaşlarında olduğuma göre geçen süre hayli bir zaman. İlk kitabımın yayımlanmasının ardından yazıyla aramda arktik bir durum oldu. Bu durum neredeyse beş yıl sürdü, sonra bir dosyaya daha başladım, tamamladım içime sinmedi, ardından bir dosya daha yazdım şans eseri gördüğüm Batuhan Çağlayan’ın dergisine gönderdim bir yarışma düzenliyorlardı, pek bir beklentim yoktu ama, yazını benden daha ciddiye alan bu gençlerden bir ödül aldım, e-kitap olarak hâlâ sayfalarında duruyor. Bu başarı ödülüyle eş zamanlı yazdığım bir kitabımı daha e-kitap olarak yayımladılar ricam üzerine, zerre beklentim yok ama birilerine katkı sağlar mı diye aklıma geliyor sadece.
Bu kitaplarla birlikte o sıralarda Sokaktan Haber’de yazıyordum, iş yerinden tanıdığım bir arkadaşın internet sitesinde, o da sağ olsun burada yayımlanan yazılardan bir kitap yayımlamış getirdi, etti mi dört kitap. Sonra bir dosya daha bitti, birkaç yere gönderdim, iki yerden yayımlayalım yanıtını aldım fakat, ya kitap, ya da belirli bir ödeme karşılığında kitabını yayımlarız dediler, ben nedense bu hakikaten önemli yayınevlerine ödeme yapmak mı işime gelmedi, yoksa edebiyatın, yazının okunmaması mı aklıma geldi vazgeçtim, tabii yayınevlerinin de zerre umurunda olmadığımı biliyorum, bu ülkede artık bir izdiham da yaşadığımı çoktan kabul ettim. En zoruma gidense kendime yakın gördüğüm kimi büyük yayınevlerinden yanıt bile alamamak oldu, bu da onların neden günden güne tükendiklerinin, yalnız maddi olana bakmalarından kaynaklanmıyor mu? Zaten bir dosyam yayımlansa en fazla üç bin kişiye ulaşırım bunu da burada yazdığım köşe yazılarından bekliyorum.
Elimde şimdi gerçekten önemsediğim bir dosyam var ama dedikleri gibi yayımlansa ne olur, yayımlanmasa ne olur, otuz yılda öğrendiğim yalnız bundan ibaret. Çevremdeki, yakın gördüğüm insanların bile beni ulusal bir yazar olarak görmediklerini geçenlerde fark ettim, yazdıklarımın okunması da o denli önemli mi bundan emin değilim, ne sağa, ne sola, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamadığımı biliyorum, bir izdihamın içerisinde benim de takip edemediğim önemli şairler ve yazarlar var, bu da bir toplumun aynası gibi olmaya eş değer.
Geçen gün her hangi bir spor dalını televizyonda seyretmekten haz etmediğimi söyledim bir çalışma arkadaşına, düzenli spor yaptığımı ancak. Hayatımda duyduğum en saçma yanıtlardan birini aldım, erkekler genelde futbol veya başka spor dalını seyretmekten hoşlanır dedi. Erkeklerin çok büyük bir kısmı, buna kadınlarda dahil oldu zaten yaptıkları en iyi şeylerden biri bu. Spor yapmamak ama nedense televizyonda voleybol, futbol gibi spor dallarından her hangi birini seyretmek, onların önemli bir bölümüyle konuşmaya, sohbet etmeye çalıştığımda on dakika bile katlanamam onların Türkçesine mi bağlı, yoksa benim onların konuştuğu dile uzak olmama mı, neyse biz gene “katılım sağlayalım” belki her şey bir gün düzelir. İzdiham geçer, selin hikayesinden vazgeçeriz. Bedenler tuhaf bir biçimde dinç, hayır ruhlar tuhaf bir biçimde dinç!