Haberin en güzeli gerçekçi olanıdır…
Kalemin yamulta yamulta haber yapması, zamanı geldiğinde kırılmasına sebep olabilir.
Deklanşöre bastığın her an tüm hikayeyi ölümsüzleştirirsin; ya hikaye olarak bırakırsın ya da en doğruyu servis edersin.
Demokrasinin vazgeçilmezi, can damarı bildiğimiz basın, bugünümüzde tarafsızlığını ne kadar koruyabiliyor?
Üzülerek söylüyorum ki kocaman bir HİÇ!
Şartlar buna zorluyor kabul; ancak iyi yapılan işleri yazıp konuşunca kimse gazetecilik kimliğinize saldırmaz, bağırıp çağırmaz.
Yanlış ve kötü olanı herkes konuşuyor zaten!
Gazeteciliğin özünde muhaliflik vardır, lakin karşı durmanın da adabı...
Sırf eleştirmek için eleştirenlerin çoğu bugün “O da gazeteci mi, tetikçi mi belli değil?” söylemiyle anılıyor.
Merhum Üstad Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın “12 Eylül Saat: 04.00” isimli kitabında şöyle bir cümle geçer;
“Köşeye sıkıştırmayın duvarları aşarız…”
Her ne kadar o dönemin siyasetine atıfta bulunan bir söz olsa da basının eski tutumunu da anlatan bir alıntı…
Ne tehdit, ne nakit etkilermiş eski kalemleri…
Şimdilerde nakitsiz tehdit olmuyor…
Birine manşetten meydan okumak istersen basarsın parayı, alırsın o günün tirajını!
Basın, şimdilerde kendi içinde kırıla kırıla, ayrışa ayrışa kağıdını yarıda bıraktı tabir yerindeyse…
Yarım kalan kağıdın devamına gelen başka yazar, giden başka yazar…
Kendin dahi kalemine sahip çıkmazsan, elli alem tüm güvenirliğini bozar.
Basında sansürün kaldırılışı 24 Temmuz 1908’de yaşanmışken, geldiğimiz noktada kendi sansürünü oluşturan sözde kalemler türedi.
Özü, “24 Temmuz 1908 Basında Sansürün Kaldırılışı, Gazeteciler ve Basın Bayramı” olarak bilinirken bayramdan da eser yok seviyeli rekabet ortamından da…
Bulunduğun şehrin, yöneticilerinin kalemi olursan ağa da sensin paşa da!
Ama …
Bulunduğun şehrin doğrucu Davut’u olursan kırılan kalemine inat susmazsın onurluca…