image Yavuz Selim  KARA
Sokak Hayvanları

Yazı Tarihi : 24.05.2024
 E-Mail :

 


“İnsanlık, yaratılmış her şeye sevgi ve merhamet duyabilmektir”
Bu cümle, “hayvan hakları” ile ilgili yasanın çıkmasının arifesinde olduğumuz şu günlerde “hayvan sevgisi”, sevgi, merhamet, şiddet üzerine; sezon finali yapan dizi heyecanıyla pür dikkat yapılan konuşmaların üzerinde çok şık duran bir zırh cümlesi olarak, transparan kıyafetler içindeki ahaliyi imrendirecek şekilde salınıyor gururla, kibirli dudaklardan kirlenmeden çıkmanın sevinciyle.
Ne kadar sihirli bir söz merhamet; iç açıcı, huzur verici, umutları tazeleyen ve güçlü.
Gücünü sevgisinin büyüklüğünden alıyor adeta.
Merhametin temsilcisi olarak hep anneler gösterilir; çünkü onlar karşılıksız sever ve sevdiği için fedakarlıkta sınır tanımazlar.
Her ne şart altında olurlarsa olsunlar sevgileri hiç eksilmez; çocukları ve sevdikleri için yaşarlar.
Baba ise adaletin temsilcisidir, her ne kadar merhameti zafiyet olarak gördüğü sanılsa da; adaletini gösterebilmesinin merhametinin ışığına bağlı olduğunu bilir.
Günümüzde ise merhamet, hayvan sevgisi ile hayvan besleme ile özdeşleştirilmiştir.
Hayvan sevgisi de; evcil hayvan sevgisi ve özelde de köpek ve kedi sevgisi olarak sunulmaktadır.
Adeta sadece köpek ve kediler mukaddestirler, onları sevmek de kutsidir.
Hakikaten ne kadar da sevilesi, masum canlılardır sevgiyi sonuna kadar hak eden, insanın kendisini yontmasına vesile olan.
Ya diğer hayvanlar. Peki ya insanlar!
“İnsanın insandan kaçışıdır hayvan sevgisi” 
“Ne kadar çok insanla tanışırsam köpeğimi o kadar daha çok seviyorum”
“Hayatı boyunca iyi olmaya çalıştı. Çoğu kez başarısız oldu. Ne de olsa insandı. Bir köpek değildi.”
Sözlerine aşina kulaklarımız, bilinçaltımıza kazınmış bu kabullenme ile kedi, köpek sevgisi; kimilerinde insanlardan kaçışın, insanı sevmemenin ve hatta nefretin tezahürü olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Yoksa; güya hayvanları savunmak adına insanlara şedit tepkiler gösterdiklerinden; aslan, kaplan, panter sıfatlarını kazanan, bunu gururla taşıyan ve sıfatlarının hakkını vermek için fırsat kollayan aktivistler neyle açıklanabilir.
Kedi veya köpek sevgisi hayvan sevgisi demek değildir, tek bir insanı sevmenin insan sevgisi olmadığı gibi.
Hayvan sevgisi aynı derecede olmasa bile diğer hayvanları da, canlıları da  sevmeyi gerektirir.
En azından sevdiği hayvanı beslemek için başka bir hayvanı yedirmekten mutlu olmaz, olmamalı, olamamalıdır hayvan sever.
Çünkü sevgi sahibi veya sevginin sahiplendiği insan:
Ah canım; sana alabalıklı, ton balıklı yem aldım, hindi füme, tavuk parçacıklı, dana et parçacıklı mama aldım diye övünmez, bundan mutlu olmaz.
Köpeğini alıp ormanda avlanmaya, sahilde balık tutmaya gitmez.
Bir çok konuda olduğu gibi sevgi de bizde fazlasıyla yanlış tanımlanan, anlaşılamayan bir kavramdır maalesef.
Bizde sevgi; seni seviyorum, o yüzden ölmeye hazır olmalısın, sevgimi göstermek için seni öldürebilirim demektir. Bildiğimiz en iyi sevgimizi gösterme yolu ölmek veya sevdiğimizi öldürmektir sevgimizi yaşatmak adına, “ya benimsin ya da kara toprağın” anlayışıyla. 
Çocuklarımızı bile sağını solunu sıkıp, canlarını acıtarak ve küfrederek severiz.
Oysa sevgi, merhamettir; merhamet de sadece acımak değil acıtmamaktır.
Bir de tabi ki sevginin de şartları vardır, bu şartlar bir arada ise buna sevgi diyebiliriz. 
“Sevdiğinizle ilgileniyor, onun hakkında bilgileniyor, onun hakkında sorumluluk hissediyor ve ona saygı duyuyorsanız işte bu sevgidir.”
Bunlardan biri bile noksansa bu sevgi değildir; tutku, bağlılık, bağımlılık vb. adına her şey diyebiliriz ama sevgi diyemeyiz.
Bizde ise hevesle karıştırıldığına şahitlik ediyoruz sıkça.

Bu yüzden olsa gerek “Hayvan Hakları Yasası”nın merkezinde oturan “sokak hayvanları” da bu hevesin kurbanlarıdır esasında.
Sokak hayvanları; başı boş hayvanlar, serbest gezen hayvanlar: sorumluluktan uzak saygısız insanların özellikle yaz tatillerinde sevgi gösterisinde bulunarak, vicdanlarını makyajladıkları, hevesleri geçene kadar eğlendikleri tatil bitince sokağa attıklarından oluşan gruptur.

Onlara göre bu canlılar, yalnızlıklarını gideren, eğlenceli oyuncaklardır.
Sokak hayvanlarının varlığını işte bu mahlukatlara borçluyuz.
Konfeksiyonel düşünen konformist insanımsıların hevesleri geçince, sevgilerini sokağa terk etmelerinden doğar sokak hayvanları.

Sokak hayvanları tabiri, sokak hayvanları hakları vs. ise sadece bize mahsustur tam da bu yüzden.
Çünkü Avrupa başta olmak üzere hemen hemen tüm ülkelerde sokakta hayvan yoktur.
Bana sorarsanız olmamalıdır da.
Bu aynı zamanda bir medeniyet göstergesidir.
Zira herkes sokaklarının güvenli olmasını ister, hiç kimse küçük çocuğunu parka götürebilmek için parkı mesken tutmuş hayvanları memnun etmek, gönüllerini eylemek, onlara rüşvet vermek zorunda kalmak istemez. Her an fikir değiştirebilirler endişesiyle çocuğunu takip etmek istemez.

Bir gece vakti acaba bir köpek saldırır mı korkusuyla evine gitmeyi kim ister?
Bizde maalesef sokak hayvanları terörü oluşmaya başlamıştır.
Şimdi böyle düşünüyorum diye “hayvan düşmanı” ilan edileceğimi bildiğim halde bu böyle gitmemeli demeye devem edeceğim.

Türkiye’de 10 milyon köpek olduğu tahmin ediliyor.
Yani her 8 kişiye bir köpek düşüyor.
Bu hızla devam ederse 10 yıl sonra bu sayının 60 milyon olacağı öngörülüyor.
Dünyada ise 223 milyonu sahipli 600 milyon köpek olduğu varsayılıyor.
ABD’de 90 milyon köpek, 94 milyon kedi yaşarken
Avrupa’da 82 milyon köpek, 75 milyon kedi yaşıyormuş.
Fransa’da her yıl 100 bin hayvan sahiplerince terk ediliyormuş.
Peki bu kadar hayvan yaşarken nasıl oluyor da sokakta hayvan bulunmuyor?

Çünkü gönüllülük esasına dayalı çalışan sayısız sivil toplum kuruluşları var. Bunlar açtıkları barınaklarla sahipsiz hayvanları toplayıp sahiplendirme görevini üstlenmişler.
Çoğu devlet veya belediyelerden yardım almadan yapıyor bu işleri.
Helal olsun, Avrupalı işte onlar yapar, adamlar ne kadar merhametli dediğinizi duyar gibiyim.

Üzgünüm ama durum hiç de sizin düşündüğünüz gibi değil.
Barınaklara aldıkları hayvan dostlarımıza sahiplenme süreleri vermişler.
Bu süreler içinde sahiplenilmeyenleri ne yapıyorlar? Öldürülüyorlar.
Evet yanlış duymadınız öldürülüyorlar, öncelik de dişilere veriliyor; çünkü kısırlaştırma masrafları çok yüksek.
Üstelik barınaklarda sahiplenilme süreleri bir hafta ile iki ay arasına değişiyor. En fazla iki ay.
Yani basit bir hesaplamayla barınaklara alınan sahipsiz köpeklerin %80’den fazlası öldürülüyor.
Bazıları diyecek ki ben Avrupa sokaklarında sincaplar gördüm. Tabi görürsünüz tüm kedi ve köpekleri öldürülmüşse başka ne görecektiniz.

Şimdilerde ise kalan hayvanların öldürülmekten kurtulabilenler haklar tanınıyor günah çıkartırcasına.
Mağduriyete uğrayan sahipli hayvanların sahiplerini dava etme hakkı gibi.
Hayvan polisleri, hayvanlara şiddet uygulayanlara ağır yaptırılmalar gibi. (5 yıla kadar hüküm ve 30 bin euroya varan para cezaları)
Şiddet demişken;
Çıkarılması eli kulağında “hayvan hakları yasası” da şiddet temeli üzerine inşa edilmiş aynı “İstanbul Sözleşmesi” gibi.
( Çıkarılması düşünülen yasaya da şerh düşeceğim başlıklar var onları da haftaya bırakıyorum)
Hayvanı eşya olmaktan çıkarıp canlı yapıyoruz iddiasıyla gündem oluşturarak.
Şiddet ortadan kaldırılması gereken vakıadır her kime, her kimden yapılıyorsa yapılsın, başta bunda mutabık olduğumuzu düşünüyorum.
Peki ya şiddetten ne anlıyoruz? Tanım doğru yapılamazsa karmaşa, kargaşa ve kavga çıkar çünkü.
Şiddet özü itibariyle “zorlama ve ihlal içerir” Newton Garver’e göre. Yani bir canlının potansiyel sınırlarının ihlal edilmesi, bu sınırların dışında yaşamaya zorlanması; şiddettir.
Bu yönüyle değerlendirdiğimizde;
Hayvan seviyorum şemsiyesinin altında bir canlıyı potansiyeli dışında bir hayata zorlamak şiddetir bana göre.
Siz hayvana sordunuz mu? Onayını aldınız mı?
Ne hikmetse hayvan haklarını savunanlar da çoğunlukla hayvan besleyenlerdendir.

Suçu meşrulaştırma çabası gibi.
Mesela hayvan sever kardeşimiz evde kuş besliyor, küçücük bir kafesin içinde. Bu hayvana daha büyük bir şiddet nasıl uygulanır bilemiyorum.
Adam sahilde Sibirya Kurdu gezdiriyor gururla, soğuğa ihtiyacı olan hayvancağız sünmüş, tasmasını elinde taşıyan sahibine yalvarırcasına bakarken.
Günde kilometrelerce koşması gereken Kangalları evinin bahçesine zincirleyen sevgi manyağına ne demeli.
Ve bunun gibi sayısız örnek.

İşte sevgi bu yüzden yanlış anlaşılıyor diyorum.
Hayvanları bize itaat ettikleri, bize şaklabanlık yaptıkları, bizi mutlu ettikleri sürece “seviyoruz” ve maalesef sevgimiz içimizdeki şiddetimizin ürünü.

Kim efendisi olmadığı, kendine itaat etmeyen, kendisine sevgi göstermeyen bir hayvan besliyor evinde. 
Kim akrep, yılan vs. sevip, besleyen birinin kapı komşusu olmasını ister.
Onun sevgisi sizi tedirgin ediyor ve bunu bir tehdit olarak görüyorsanız bir kedi, köpek sever olarak size ne kadar bir hayvan sever diyebiliriz.
Beslediği kaplanına canlı kedi köpek yedirerek sevgisini gösteren de hayvan sever olduğunu söyleyecektir.
Eminim 30cm’ye sıkıştırılmış et tavuğu yetiştiricisi de hayvanlarını çok seviyordur, onları keyifle yiyen bizler gibi.
Hareket ederek kilo almasın diye hayatlarını bağlı geçiren büyükbaş hayvanlara duyduğumuz sevgi de soframızda gördüğümüzde kat be kat artıyordur elbette.

Peki ya çöp konteynırına eğilmiş çöpleri karıştırarak yiyecek bulmaya çalışan anne ve evladının yanından geçerken küçük köpeğine kilogramı 150 TL’ye aldığı “Orjin Fit 8 Trim” mamasının huzuru ile ona sevgi gösterilerinde bulunurken, çöpteki arayışı görüp bize 360 derecenin varlığına şükrettirecek bir edayla başını 180 derece çeviren sevgi pıtırcığına ne demeli.
Bunu adına ne kadar sevgi desekte; Erich Fromm’un da işaret ettiği gibi bunu temeli “sahip olma” arzusudur.
“Hiçbir şeye sahip olmayan kişi bir hiçtir” anlayışının ortaklığında var olma çabasının bir ürünüdür sadece.
Evet özünde “o benim” denilen özel mülkiyet olarak görülen bir eşyadır insanlar için hayvanlar.
Sadece özel mülkiyet sizi o malın tek sahibi ve efendisi kılar çünkü.
Sonuç olarak, “hayvan sevgisini sadece kedi ve köpek sevgisine indirgememek gerekir.
Her ne sebeple olursa olsun evinde hayvan besleyenin davranışının kutsiyeti yoktur.
Kedi ve köpekleri emanet diğerlerini ganimet gibi görmek doğru değildir.
Sokak hayvanlarının popülasyonu yasada da geçtiği söylenen yaptırımlar, kısırlaştırma, barınaklar tesis etme ile ve zamana yayarak kontrol altına alınmalıdır.

Derhal imha seçeneği bizim inancımıza da, kültürümüze de, yapımıza da uygun değildir.
Ve onlar; bizleri neşelendiren, eğlendiren oyuncaklar, hislerimizin kölesi, yalnızlığımızın boğaz tokluğuna çalışan kadroluları değillerdir.
Hayvanları sevgisinin, onlara potansiyellerine uygun ortamlarda, zorlama ve ihlale maruz kalmayacak alan oluşturarak gösterilmesi daha doğru olacaktır.
Adalet ve merhametin temsilcileri “Merhamet edene Allah da merhamet eder; siz yerdekine merhamet edin ki gökteki de size merhamet etsin” meâlindeki hadisi (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58) gereğince bu konuda azami hassasiyet içerisinde olur, olmalıdır…
 
Hayvan diye yüceltilen insanlarına arttığı bir ortamda hayvan ve hayvanlaşanları ayırt edebilmek temennisiyle…
Muhabbetle…
Yavuz KARA



  YORUM YAZ
 
Adınız Soyadınız
 
Yorumunuz
 
 
  GÜNCEL
 
 
 
  SOSYAL MEDYA
 
 
  HAVA DURUMU
 
 
  FACEBOOK
 

 
 
 


 
 
 

 

Mersin Post | Siteden yararlanırken yayın politikamızı okumanızı tavsiye ederiz. mersinpost.com.tr © Copyright 2024 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz. Mersin Post basın ve yayın meslek ilkelerine uyar.

URA MEDYA