doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim yaralarımı onduranımsın yatağımı hiç boş bırakmayan… Issız çimenlere sessizce bakan ben, anlam arar dururdum, ey oğul; kim bilebilirdi ki yalnız ve yalnız inancın çetesine kapılıp dururdum, kaç keredir sürgüne bakar dururdum? Oylumu bükülmüş bir dünya, emir almayı unutan bir subay, ol Türkü söyleyen bir nesteren, hiçbiri bilinmez ve öyle bakakalırdım. Neyseki bütün sorunları kendiliğinden aşan tepeleme bir gerçek sarılırdı yakama kalır dururdum.
Kim beyliğini kabul ettirdi ki, kim inancın dışına çıktı ki, hep sürgün anlam, yaralı duran bir anlam, kayıp bir kentin içinden çıka geleceğini sanırdık yeniden, yeniden inancın …bir baktık ki her şey denen neyse unutulmuş, buna belki de masal demeliydik. Doğruyu arar dururduk, doğru mu, bunları dilime kim anlattı. Yaralarım geçti artık, bir gençlik hevesiymiş bize sunulan, istenilen, verilmeyen, o dokunaklı şarkı kendiliğinden vardı varacağı yere, neydi bilinmez neye göreydi, hangi sınırdan, hangi sınıra doğru seyretti bilinmez.
Sürgün olmanın da bir hevesi olduğunu varsayıyorum, uzatılan bir sürgündür yaşamak, hüküm verdim gene, anlam.Beni şımartan gökyüzü bile oldu mu, olduysa bir mülga, olduysa bir kayıp, ol kente olduysa varış, kim bilir neler için göğe bakar dururdum.
Kimlere sorardık ki, kimlerden olduğumuzu, feracesi kayıp insan, hangi anlamın kıyısında dolaşır durur bilinmez, kimseye bir hikaye anlatabildin mi? Kimdi seni bağışlayan söylence, olsan olsan bu olurdun, kendine dair krallık peşinde koşan insan oğlu.
Beklerdi kimi Ayasofya kenarında o ıssız meleği, aptalca bekler dururdu, bekler dururdu ki; kendine ait olduğunu sansın savaşın ve yargının, hâlâ böyledir bun gerçeğin yıkıntısı.
Anlamı bildiğini sanan var mıydı ki bilesin mânâ, kapılıp gittiğini unuturdum her şeyin bir yere, kuşlardan haber olduğunu düşünen sen imparator, bir ülke yok oldu! Geceleyin bildiğini sanırken, yalnız o sese güvendim imdi, ıssız çimenler!