image Yavuz  KARA
“Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi”

Yazı Tarihi : 12.02.2025
 E-Mail :

 

 

Günümüzde herkes aynı şeyi ifade ediyor: Demokrasi nereye gidiyor, yoksa giden biz miyiz? Sadece bizim istediğimiz gibi davranmasını istiyorduk oysa, ama onun da kuralları ve ilkeleri varmış ve ondan da taviz vermedi.
O tavizsizlikte ısrarcı olunca da biz de onu hırpalayıp, hakaret ederek şiddete başvurduk.
Sonra da pişman olup tamamen terk edilmemek için sürekli dil döküp, bir daha olmayacak diye yalvardık.
Fakat içten içe biliyorduk, ama kabullenemiyorduk gittikçe uzaklaşıyor olmamızı, nasıl olsa bir süre sonra arayı düzeltirim düşüncesiyle geçiştiriyorduk hep, cahil cesaretinin verdiği dayanılmaz hafiflik ile; ama biliyorduk ki kendimize benzetemeyeceğiz, bize benzetebilsek bile de istediğimiz gibi olmayacaktı.
O zaman geriye sadece onu kötüleyip, özgürlüğünü kısıtlayarak, adaletini budamak kalıyordu.
Ve başardık!
Demokrasi, insan hakları diye seslensek de arkasından gittikçe kısılan sesimizle, sadece yankısını duyuyoruz sesimizi ürpertiyle.
Ve kulaklarımızda sessiz bir çığlık…
Elbette birçok görüş ortaya atılacaktır sebeplerine dair.
Kimi “tek adam”, kimi totaliter baskıcı rejime kimi savaşlara ve sürekli karşıdan gelen tehditlere bağlayacaktır.
BYUNG CHUL HAN, Güney Koreli “kültür teorisyeni” olarak bilinen düşünürümüz ise, “ENFOKRASİ” adlı kitabında bunun en önemli sebebini “dijitalleşmenin bizi maruz bıraktığı enformasyon bombardımanına, sosyal yaşamın hemen her alanını ele geçirmiş bu çılgın iletişim deryası”na ve yeni yönetim şekli olarak adlandırdığı “çağdaş enformasyon kapitalizm”ine bağlamaktadır.
Kısaca “endüstriyel kapitalizmin zorlama ve baskı ile çalışmasına karşın bu yeni enformasyon kapitalizminin özgürlükleri bastırmak yerine onu sömürdüğünü” iddia ediyor.
“Demokrasinin ilk günlerinde kitap belirleyici bir araçtı. 
Kitap Aydınlanma’nın rasyonel söylemini oluşturuyordu.
Demokrasi özü olan kamusallık, kendisini akıl yürüten, okuyan halka borçuydu.
Tabi kitap kültüründe kamusal söylem, mantıksal bir tutarlılık gösterir: 19. Ve 20. Yüzyıl siyasal söylemi bugünkünden farklı kapsam ve karmaşıklığa sahipti. O zamanlar insanların demokratik söyleme katılımı, toplumsal yaşantının ayrılmaz bir parçası olarak görüyordu.”
Disiplin rejimi hakimdi.
Ve azınlığın çoğunluğu izlediği “panoptikon” bir bakış açısı hakimdi. Görünmeden izleme ve görme üzerine kurulu idi özü. Hapishane modeli gibi dairesel bir yapı ve tam ortada suçluların göremediği kişiler tarafından mahkumların tamamı aynı anda gözetlenebilen bir kule bulunan, mahkumların kulede kimin olduğunu veya birisinin var olup olmadığını dahi bilemediği fakat yirmi dört saat gözetlendikleri bir model.
İktidarlar, yöneticiler yani azınlık çoğunluğun hep kontrollerinde olmalarını isterler yani halkın, bedenlerini ve enerjilerini daha iyi sömürebilmek için.
“Disiplin rejimi, endüstriyel kapitalizmin tahakküm biçimi olarak karşımızda boy gösterirken, herkes makinenin bir dişlisidir, adeta makineleşmişlerdir ve uysal bedenlere dönüşmüşlerdir.
Uysal bir beden, boyun eğdirilebilen, sömürülebilen, dönüştürülebilen bir bedendir.”
Sonrasında televizyon ile birlikte izleyenin, bir seyreden olarak atıl kalması ve düşünme ve karar verme yeteneklerini terk etmeye başlamasıyla ve hareketi, mücadele etmeyi terk etmesiyle bir başka boyuta taşındı.
İnsanlar sürekli olarak ekran karşısına çivilenmiş gibiydiler.
Burada da “sinoptikon” bir yaklaşım vardı.
Yani azınlığın hazırladıkları arasından sadece tercih yaptırılan, böylelikle özgür olduğunu sanan, ama özgür iradesiyle seçim yaptığı algısına inanmış edilgen insan profili.
Burada her ne kadar çoğunluk azınlığı izliyor görülse de, izledikleri ile yani kendine sunulanlar ile kontrol edildiğinin farkında değillerdir.
Enformasyon rejimine gelecek olursak, gözetim elbette burada da vardır ve veri üzerinden gerçekleşir.
Panoptikon ve sinoptikon rejimde herkes izoledir birbirleriyle iletişim kurmazlar, kısmen ilişki içindedirler.
“Dijital enformasyon teknolojisi iletişimi gözetime dönüştürür, ne kadar çok veri üretirsek, ne kadar yoğun iletişim kurarsak, gözetim o kadar verimli hale gelir, bilhassa cep telefonu özgürlük ve iletişimi sömürür. İnsanlar gözetlendiklerini değil özgür olduklarını hissederler. Paradoksal biçimde egemenliği güvence altına alan da bu özgürlük duygusudur. Özgürlük ve gözetimin birleştiği momentte tahakküm de kusursuz hale gelir.” Demiş Chul Han ve devam ederek:
“Şeffaflık, enformasyon rejiminin görselleştirme politikasının adıdır ve her şey enformasyon olarak mevcut olmalıdır, serbestçe de dolaşmalıdır, gerçekten özgür olan insanlar değil aksine enformasyonlardır.
İnsanlar enformasyonların esiridir, iletişim kurup enformasyonlar üreterek kendi kendilerini zincirlerler, bir dijital hapishaneye dönüşen hayatlar şeffaftır.”
Kolayca şunu ifade edebiliriz ki gizem ortadan kalkmış, hikayesi olmayan birer pornografik figürlere dönüşmüştür insan ve yaşamı.
İnançların sahip olduğu bilinmeyeni anlamlandırma kültürü, alabildiğine şeffaflık ile her şeyi görünür bilinir haline getirip anlamı ve anlamlandırmayı ortadan kaldırarak dinlere karşı da saldırıya geçmiştir. Mekke’de Kabe ne kadar kapalı ve herkes giremez ise Apple amiral gemisi mağazası tamamen şeffaf ve yirmi dört saat açıktır.
Oysa şeffaflığın kendisi şeffaf değildir, görünürlükten kaçınan bir sürecin ön yüzüdür, laboratuvarı karanlıktır.
Şeffaflığı kontrol eden enformasyon rejimi anlatıyı ve anlatmayı tamamen sayısal olanla değiştirir. Sayılar ancak açıklama yapar anlatma ve anlamlandırma yapamaz.
Chul Han, “enformasyon rejiminin dataizmi totaliter özellikler gösterir. Bütüncül bilgiyi amaçlar. Ancak veriye dayalı bütüncül bilgi, ideolojik anlatıyla değil bilakis sadece algoritmik işlemle elde edilir. Anlatılar yerini algoritmik sayımlara bırakır, enformasyon rejimi anlatıyı sayısal olanla değiştirir.
Enformasyon rejimi dataizmi totaliter özellikler göstermesine rağmen, totalitarizm, bir lidere kendini teslim eden itaatkar bir kitle biçimlendirir. İdeolojisi kitleleri canlandırır, ona ilham verir, kitleye ruh üfler.
Buna karşın enformasyon rejimi, insanları yalnızlaştırır, tecrit eder.
Bir araya gelseler bile bir kitle değil, dijital sürüler oluştururlar, tek bir lideri değil, influencerlarını takip ederler.
Dijital medya kitle insanı çağına son verir. Kitle insanının bir kimliği bile yokken, bir hiç kimse iken, dijitalleştirilmiş yerkürenin sakini ise profil sahibi biridir, oysa kitle çağında sadece suçluların bir profili vardı.
Enformasyon rejimi, bireyin davranış profillerini oluşturarak ona sahip olur” der.
Velhasıl;
Sosyal medya bir ibadethane gibidir: Bir şey paylaşmak dua, like amin demek, etkileşime girmek birlik demek, tüketmek kurtuluştur. Özgürlüğün karşılığı eylemde bulunmak değil, tıklamak, beğenmek ve paylaşmaktır, özgürlüğünüz parmağınızın ucundadır.
Bir kendinde olamama bir sarhoşluk halidir bizimkisi, biz böyleyken yani enformasyonun taarruzu altındayken enformasyonun yıkıcı gücü siyasal alana da müdahale eder, her şey karmakarışık hale gelip tarumar olur, DEMOKRASİ ENFOKRASİYE DÖNÜŞÜR.
Enformasyon bir bilgi değildir, yorumlanmamış çıplak veridir, malumat seviyesindedir, sığdır, ömrü de çok kısadır, istikrarsızdır, ara vermeden yerini bir başkasına bırakmak zorundadır, sürprizlerden beslenir, sürekli güncellenmek zorundadır ve algıyı parçalara böler tıpkı zamanı paramparça edip manasızlaştırdığı gibi, geçmişi ve geleceği yoktur, sadece şimdiki an vardır, muteber olan anda kalmak, anı yaşamaktır.
Enformasyon üzerinde oyalanamazsınız, sürekli değişmek zorundadır o, bir bilme biçimi değildir, bir bilgi hiç değildir.
Çünkü alim maluma tabidir denir, yani bilgi için bir bilen ve bir de bilinen gerekir ve bilenin bilinen ile kurduğu sağlıklı ilişkinin sonucu oluşan kanattır bilgi. Bilimsel bilgi ise deney ve gözlem yoluyla elde edilen genellemeye tabi olup, öngörüde bulunma imkanı sunan matematiksel ifade ile de hayat bulan çıktıdır.
Aslında bu da iki çeşittir kendinizin dışında olanın bilgisine sahip olma, bilen ve bilinenin ayrı olma hali ki ona bilgi, bilene de alim, bilgin denirken kendisinin bilgisine sahip olmaya yani bilen ve bilenin aynı olma durumuna kendinin bilgisine sahip olmaya irfan, sahip olana da arif denmektedir.
Dolayısıyla enformasyon kimseyi asla ne alim, ne de arif yapabilir, bize sadece sığlığıyla malumat verir, ona da olsa olsa malumatfuruşluk yani ukalalık denir, ukala da bilen veya bilgin olanın yerine göz dikmiş sahtekardır.
Enfokrasiye tekrar dönecek olursak; enformasyon o kada hızlı ve peşi sıra, durmaksızın akar ki düşünmeye fırsat bile bırakmaz, ama en iyi bildiği şey de fırsatçılık olmasına rağmen, bu sürekli akan enformasyon, kirli, sahte bilgi, sahte haber vs. sonrası bundan çok etkileniriz, duygulanırız ve bilindiği üzere duygu rasyonellikten çok daha hızlı yayılır.
İnsanlar vakitleri olmadığını ifade ederken okumak yerine izlemeyi seçerler, görsel olan; metinden, makaleden daha hızlıdır.
Söylemler ve hakikat viral değildir, görsel olandan kimse gerekçelendirme de istemez zaten görülüyor olduğu dolayısıyla da bilinmesinin doğal olduğu kabul edilir, işte bu bilgidir onun için bu yüzden, iletişim sadece görsele havale edildiğinden, demokratik söylemi de diskalifiye eder.
Viral bir hızla yayılan tweetler hiçbir denetime ve gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadığı gibi, söylemin mantıksal tutarlılığına da ihtiyaç duymaz, bu yüzden etkilidir, hızlıdır ve bu hızla hakikatin önüne geçer bundan sonrası ise hakikatin hiçbir zaman öne geçemeyeceği yeni bir filmin başlangıcıdır.
Anlaşılacağı gibi sürüler kitleleri kovar, liderlik influencerlere geçer ve kaçınılamayan sonuç tüm çıplaklığıyla karşımızda dikiliverir : Enfokrasi Demokrasiyi kovar.

Ne dersiniz, “Fe Eyne Tezhebun”?

Bilip, bildiğini bilenlerden olabilmek temennisiyle…
Muhabbetle…
Yavuz KARA



  YORUM YAZ
 
Adınız Soyadınız
 
Yorumunuz
 
 
  GÜNCEL
 
 
 
  SOSYAL MEDYA
 
 
  HAVA DURUMU
 
 
  FACEBOOK
 

 
 
 


 
 
 

 

Mersin Post | Siteden yararlanırken yayın politikamızı okumanızı tavsiye ederiz. mersinpost.com.tr © Copyright 2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz. Mersin Post basın ve yayın meslek ilkelerine uyar.

URA MEDYA