Hepi topu birkaç kitabı var bende. Okudukça İngiliz şiirinin böylesine içinden seslenen, bize bir süzgeçten geçirmiş gibi karşımıza getirdiğiColeridge var örneğin. Orhan Pamuk’da epey övmüş bu kitabı. Sonra Kraliçe Viktorya’nın Düşleri var veya masasında oturup bize anlattığı uzak gezileri.
Bunca kısacık denebilecek külliyata karşın yaşantımda önemli bir yere sahip Şavkar Altınel. Amerikan kültürünü veya İngiliz kültürünü uzaktan yakından tanımam, onlarla ilişkim her genç gibi ya filmlerinden ya da müziğinden o kadar. Ama Şavkar Bey’in yazdıkları İngiliz, Amerikan kültürü değil de sanki büyük bir kentin sokaklarında gezerken veya sokağın başından dönerken karşıma çıkacak bir dünyadan sesleniyor bana. Ama öyle değil tabii, Osmanlı’dan Avrupa’ya bir bakış, Türkiye dahil!
Yahya Kemal Beyatlı’yı ya da Mehmet Akif Ersoy’un yazdıklarını da görebiliyorum onun dize kurulumunda fakat bunca bizim Türk Yazınını taa uzaklardan sindire sindire nasıl oluyor da bize ulaştırıyor yeni bir biçemle ve derin yan anlamlarla. Nasıl oluyor da bu yalın kelimeler okurun, alımlayıcının dikkatinden kaçıyor, gördün mü, seni böyle derinden etkiliyor diyor, bunu başarmak her şairin istediği değil mi? Her yazarın.
İlkokul beşinci sınıfa giderken bir Türkçe öğretmenimiz vardı, ödev vermişti bir paragraf yazın dedi, önemli günlerle ilgili bir paragraf. Ben de yazmış götürmüştüm, daha sonra not verirken sordu bunu sen mi yazdın diye; ben de evet ben yazdım dedim ama inanmadı. Zaten okullara inancım hep zayıf kaldı, öğretmenlere de ta ki üniversiteye kadar, onda da öyle âlâ bir özentim olmadı hiç birine. Zerre bu ülkede yol gösterecek öğretmenler olduğuna da hâlâ inanmam, ilk öğretimi kast ediyorum elbette, lise dahil. Ya benim gibi İstanbul’a nazaran taşra denecek bir yerde okumamdan –Mersin, Adana ne kadar taşraysa- ya da zerre şanslı olmamamdan kaynaklı öğretmenler konusunda.
Benim kendi kendime şansım belki de şairlere, yazarlara denk gelmem oldu. Onların yazdıklarından, yaşama biçimlerinden çok şey öğrendim. Örneğin kırklı yaşlarımda bile Enis Batur’un Avrupa gezilerinden çok şey öğrendim. Ben yazsam mümkün değil yayımlatamayacağım, epey oylumlu Pasaport kitabında, bir şairin kentin içine eşiyle nasıl karıştığını anladım iyice. Avrupa’ya seyahat etsem ben de böyle olurdum büyük olasılıkla diye aklıma geldi.
İşte bunlar belki de eğitim sistemimizin ne denli yoksul, ne denli perişan öğrenciler yetiştirdiğine dair fikirlerle karşıma çıka geldi. Yirmili yaşlarda bir kitabını okuduğum Şavkar Altınel, kırklı yaşlarda bir kitabını okuduğum Enis Batur, onca yıllık eğitim yaşamımda okullardan daha çok şey öğretiyor. Hepi topu, zaten ne bekliyorsam okullardan, hâlâ tarihi gittik, gördük, yendikle bir tutuyor eğitim. Ama televizyonda Emevi Caminin simgesel anlamından bahsediliyor. Veya internette bir genç Divriği Caminin taç kapısını görünce kapıyı yapanlara saçma sapan Türkçesiyle güya övecek; İnsan mısınız siz diyor? Al sana eğitim!
Bense Avrupa’yı anlatan şair ve yazarlardan bahsediyorum daha kendimize ait ekinden haberimiz yok!