Ve fakat Temmuz sokağında işler kesat! Kimindi anımsayamadım ama yıllar öncesinden belleğimde döner durur bu çelik gibi dizeler, Temmuz ayına birkaç gün kala gene belleğime oturdu kaldı. Hani kimi arkadaşların “Yine aylardan Kasım” şarkısına hayran olması, her yıl Kasım ayında tepemizde dönmeleri gibi. Ama Haziran ayı pek de Kasım ayı gibi değildir, örneğin yaza giriş olduğu için çoğunlukla bunaltıcı mevsime iyice hazırlanmamızı sağlar. Savaşlardan bıkmışken, belki de Haziran ayının bunaltıcı havasına pek de gereksinimiz olmamalı. Ama gene oldu işte, hem de ne moral bozukluğuyla, bir haber okudum ki sanki müzeler, müze değil artık, bir uygarlığın posasını temsil eder hale gelmiş.
Haber T24’de karşıma çıktı, yirmi yedi haziran iki bin yirmi dört tarihli; “Ünlü manken gece yarısı müze açtırarak yalınayak gezdi: Sanatseverler tepki gösterdi. KendallJenner'ın dünyaca ünlü Louvre Müzesi'ni gece yarısı gezmesi sanatseverlerden tepki çekti.” Evet gazete birebir mi kopyalamış çeviriyi yoksa kendine mi öyle gelmiş bilemiyorum ama sanat severlerin tepkisini çekmek gerçekten itibar zedeleyici bir tavır. Çünkü Batı uygarlığının temelini oluşturan bir kültürden bahsediyoruz, müzenin bir reklama dönüşmesi ayrıca itici. Geçen günlerde de Taylor Swift enflasyonundan da bahsetmişlerdi haber kaynakları, yaşamak benim için gittikçe tuhaflaşıyor.
Beni ardımdan kovalayan popüler bir şey var, kültür mü bunlar, kültürün tanımı sarsıcı değilse basit bir kültür var. Örneğin işini özümsemiş, bu sanat tarihi, sanat alanında doktora yapmış bir kişi biledeğil, on, on beş öğrenci Rönesans alanında veya çağdaş sanat çalışan müzeye ulaşsa bize özel bir tur olabilir mi deseler ne olurdu yanıtları acaba.
Ben tamamen bilim alanından bakıyorum bu duruma, yani bilimin hakikatine yakın ne kalmış olabilir ki bu tablolarda diyebilirsiniz belki ama hevesli bir doktora öğrencisi La Gioconda veya La Joconde’den bir tez bile çıkarabilir, etkileyici bir tez bile çıkarabilir hâlâ. Rahmetli Kaya Özsezgin hocamız bu La Joconde’nin yalnız elini bize, epeyde izleyicisi olan bir salonda bir, bir buçuk saat anlatmıştı da neleri görmemişim demiştim: Yalnız elini anlattı dikkatinize! Çünkü tüm bilim dalları disiplinlerle birbirine bağlıdır biz de bu alanda eğitim almış kişiler olarak, buna disiplinler arası bağ diyoruz.
TRT2’de İstisnai Renkler diye bir izlence var arada denk geldiğinde izliyorum. Bilmediğim yaşantım boyunca duymadığım ne renkler varmış. İsa’ya, Meryem’e yakıştırılan belirli renkler var, işte bu renkler daha sonra kent soyluların varsıllaşmasıyla, kent soylularda kullanabilir olmuş, yani kent soylularda artık iyice Meryem’den, İsa’dan bile gösterişli olduklarını bilmiş oluyorlar bir anlamda. Evet bu müze gezisi de bana bunları anımsattı, arkadaşla sohbet ettiğimde de bu ucuzluk gözüne çarptı ilkin, evet her şey ucuzladı artık.
Kimi kentlerin renkleri vardı örneğin Akdeniz’i mavi, sarı, yeşille bilirdik ve bu renkleri açıklamakta gayet mantık çerçevesinde olurdu. Yetmişlerdeki petrol krizinden sonra Postmodernitenin iyice hakimiyetiyle renklerde artık başka anlamlar taşıyor, örneğin kimi ellerde gökkuşağının dağılması gibi. Bu da kimi iklim karşıtlarının yapıtlara yaptıklarını adeta haklı çıkaracak artık, zerre temeli olmayan sırf zarftan ibaret birini müzede gezdirmeleri elbette korunaklı alan bırakmayacak bizlere, bu medeniyetin düzeleceğine inananlara. Çıplak ayakla gezmesi de ayrı bir incelik Müzeyi gezen mankenin; İkonografi’de çıplak ayak korunmasızlığı temsil eder çoğun. Sembolizm’dede, İsa’nın ayak yıkaması hâlâ önemli bir ritüel kimi Hıristiyan mezheplerinde.
Dünya içini iyice boşaltıyor, bilim, felsefe, sanat artık bir kimlik değil. Moda, görgüsüz zenginlik tepemize biniyor, gerçekten düne kadar karşı olduğum iklim aktivistleri haklı mı yoksa?